Kalbimin alışılmamış derecede durgunlaşması yüzünden içimde belli belirsiz bir korku doğardı. Sonra her şeyi, birdenbire, bir hareketsizlik duygusu kaplardı...
Bayılmıştım; ama şuurumun bütün bütün yok olduğunu söylemiyeceğim. Ne kadarı kalmıştı? Onu bilemem, anlatamam; gene de hepsi yok olmuyordu.
En derin uykuda - hayır!
Kendini kaybetmede - hayır!
Baygınlıkta - hayır!
Ölümde - hayır!
Mezarda bile hepsi yok olmuyordu. Öyle olmasa, insanın ölümsüzlüğünden söz açılamazdı. Uykuların en derininden bile kalkarken, bir rüyanın ince ağlarını yırtarız. Ama bir saniye sonra (o ağ öylesine çelimsizdir ki) gördüğümüz rüyayı hatırlamaz oluruz. Bir baygınlıktan ayrılırken iki basamak vardır: Birinci basamakta, aklın ve ruhun uyandığı, İkincisinde de madde olarak varlığımızın uyandığı duyulur, ikinci basamağa vardığımızda birincide hissettiğimiz şeyleri hatırlıyabilseydik, daha ötedeki boşluğun hâtıraları arasında bu hisleri açık seçik bulabilmemiz gerekirdi, ötedeki boşluk dediğimiz ise - nedir o? Onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırdedebiliriz? Bunu bilseydik bari.
Bitkindim - ölecek gibiydim, bu uzun işkence beni bitirmişti; bağlarımı çözüp oturmama izin verdikleri zaman duygularımın benden ayrılıp gitmekte olduklarını hissettim. Yargı - o korkunç ölüm yargısı - kulaklarıma parçalanmadan gelen son kelimelerdi.
Tam kıyısına gelmiştim; bir şeyler anlıyacaktım, ama sanki anlama gücüm kalmamıştı - hani, bazan, insan bir şeyi hatırlıyacak gibi olur da, bir türlü hatırlıyamaz.
Gerçek her zaman bir kuyunun içinde değildir. Daha önemli bilgi alanlarına bakıyorum da, onun hep yüzde olduğuna inanıyorum. Biz onu vâdilerin derinliklerinde ararız, o ise dağların tepesindedir.